23 NİSANDA, 100. YILINI MI KUTLADIK YOKSA ASLINDA 143. YILINI MI?
Türklerde Meclis ve Meclis kavramı:
Meclis, devletin yönetilmesi için halkın iradesinin de tecelli ettirildiği bir yönetim aracıdır. Günümüz anlamındaki yani bir erk olarak meclisin kurulması yenidir. Göktürklerde de, Selçukluda da, Osmanlının ilk ve orta dönemlerindeki evrelerinde de meclis vardır. Ancak bunlar daha ziyade günümüz bakanlar kurlu veya genişletilmiş danışmanlı bakanlar kurulu gibi fonksiyona sahip meclislerdir. Yani ana hatları ve fonksiyonelliği bakımından bir İSTİŞARE MECLİSİ'dir.
Türklerin tarihinde, batılı ve çağdaş anlamda meclis kavramı oldukça sıkıntılı bir süreçle gelişmiş ve oturmaya çalışmaktadır. 1877’de başlayan ve 143 yıldır süren meaclis macerasının ana hatlarına bakmakta yarar var.
1.Meclis-i Mebusan:
Ciddi boyutta ilk meclisi; 1. meclis-i Mebusan'dır. 31 Mart 1877 tarihinde icraatına başlamıştır. Çok acemi bir meclistir. Mebusların, 69 üyesi Müslüman, 46 üyesi gayrimüslim olmak üzere 115 üyedir. İlk Meclis-i Mebusan'ın başlıca özelliği, imparatorluk içine yayılmış çeşitli etnik gruplardan (Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi vb.) oluşmasıydı. Ne de olsa daha ilk kez oluşturulmuş bir topluluktur ve hataları da epeyce olmuştur, denildiğinde de fazla itiraz edilmemesi gerekir. Gerçi delegelerin yani temsilcilerin seçilmeleri her ne kadar istişare kurulundaki gibi bir yöntemle yapılmış ise de, icraat evresinde de tavsiye eden bir fonksiyonu olmuştur. Bu meclisten asıl beklenti, imparatorluk topraklarından doğrudan doğruya bilgi almak, sorunları ilk elden duymaktır, Etkisi bakımından ise, Padişahın ve Divan'ın yetkilerinin en azından sınırlandırılması veya çok güç olsa da biraz yönetim üzerinde bir kontrol sistemini sağlayabilmişliğidir. 14 Şubat 1878 tarihinde, 93 harbi sonrasında kapatılmıştır.
2. Meclis-i Mebusan:
23 Temmuz 1908 tarihinde, 2. Meşrutiyetin ilanı ile açıldı. Bu kez partiler vardı ve partilerin adayı mebuslar iki partiden aday olmuşlardı: Ahrar Fırkası (Özgürlükçüler Partisi) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti (Birlik ve İlerleme Partisi). Seçimi İttihat ve Terakki partisi kazandı. Meclis 56'sı müslüman, 40'ı gayrimüslimden oluşan 96 mebuslu bir topluluktu. Padişah II. Abdülhamit ile anlaşamadı.
3. Meclis_i Mebusan:
4 Aralık 1908’de açıldı.Meclis-i Mebusanda 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni (bunlara 4 Taşnak ve 2 Hınçak üyelerde dahildir), 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 2 Ulah ve 1 Asuri (Davud Bey Yusufani, Musul Vilayeti) mebus bulunmaktaydı. İdeolojik altyapısı dönem içinde şekillenmeye devam edecek olan İttihat ve Terakki Fırkası yaklaşık 60 mebusun desteğine sahipti. Bu parlamento, Padişah II. Abdülhamit ile hiç ama hiç anlaşamadı. 31 Mart Olayı yaşandı ve II. Abdülhamid tahttan indirildi. Meclis artık padişahı bir sembol olması yönünde bir düşünceyi benimsemişti, Mayıs 1909’da hazırlanmış olan daha önceki Anayasa üzerinde değişiklikler yaparak Padişahın ve Ayan (seçkinler) Meclisi'nin yetkilerini kısıtlamaya gitti ama bu arada kendi yetkilerini de artırmayı ihmal etmeyi. Böylece yönetime el koymaya başlamıştır. 1911’de tek bir parlamenter için bir ara seçim yapıldı.18 Ocak 1912’de padişah parlamentoyu dağıttı.
4. Meclis-i Mebusan:
Yapılan seçimlerden sonra, 18 Nisan 1912’de 4. Meclis-i Mebusan toplandı. Bu meclisin mebuslarının partilere göre dağılımı; İttihat ve Terakki: 106; Ahrar: 20; Taşnak: 3; Sosyalist: 1; Bağımsız: 146’dır. Meclisin dağılımı; dine göre müslüman: 239; gayrimüslim: 37; ve etnik gruplara göre dağılımı ise Türk: 168; Arap: 55; Arnavut: 16; Rum: 12; Ermeni: 10; Bulgar: 6; Yahudi: 4; Ulah: 2; Makedon: 1; Süryani: 1; Sırp: 1’tan oluşmaktadır.
Bu meclis, kendi içerisindeki uyumsuzluklar nedeniyle sorun çözemediğinden, 5 Ağustos 1912’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın önerisi ile feshedildi. Balkan Savaşı çıktı ve Osmanlı büyük toprak kaybına uğradı. Bu nedenle seçime gidilemedi ve ama huzursuzlukta azaltılamadığından sıkıyönetim ilan edildi. İttihat ve Terakki Fırkası (partisi) taraftarlarınca, 23 Ocak 1913’teki Bâb-ı Âli Baskını ile iktidar ele geçirildi.
5. Meclis-i Mebusan:
1914 yılında seçimle İttihat ve Terakki fırkasının mebusa adayları seçildi. Yani tek partili bir seçim yapıldı. Mebusların 56'sı Türk, 11'i ermeni, 3'ü rum, 2'si yahudi, 2'si arap idi. 1. Dünya savaşı boyunca görev yaptı. Mondros Antlaşması üzerine 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından, yeni seçimler yapılmak üzere parlamento feshedildi.
6. Meclis-i Mebusan:
Aralık 1919 seçimlerine Rumların ve Ermenilerin çoğunluğu çıkacak sonucu gayrimeşru ilan ettirmek amacıyla katılmasalar da, yapılan seçimler sonunda 6. Meclis-i Mebusan ilk toplantısını 12 Ocak 1920’de göreve başladı. Meclis içerisinde Felah-ı Vatan Grubu kuruldu, bu grup Müdafaa-ı Hukuk grubunun da başlangıcını oluşturur. Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum ve Sivas Kongrelerinde oluşturduğu düşünceleri içeren Misakı Milli'yi (milli yemin) bu son Osmanlı Meclisi Mebusanı 28 Ocak 1920 tarihinde kabul etti. Misakı Milli (milli yemin), Millî Mücadelenin, Cumhuriyetin ve yasamanın temel taşını oluşturmuştur. Misak-ı Milli’nin oy birliği ile kabul edilmesi nedeniyle Sevr Antlaşması kabul ettirilmiş ve 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmiştir. Bunun üzerine, bu meclis 18 Mart'ta kendisini feshederek, çalışmalarını sonlandırdı. İşgal güçlerinin baskısıyla, 11 Nisan 1920'de resmen kapatıldı.
7. Millet Meclisi:
1. Millet meclisi olarak Ankara’da 23 Nisan 1920’de kuruldu. Hemen çalışmalarına başladı. Meclis başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Misak-ı Milli (Milli Yemin) aynen kabul edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devletin kurulduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona erdiğini ilan etti.
Kavuşan, 2020-24. Nisan
GERİ DÖN
KÖLELİK GENETİK MİDİR?
Bazı araştırıcılar köleliğin genetik olduğunu iddia ederler.
Özellikle maymunlar üzerinde yapılan deneylerde, dayak yiyen maymunların bir kaç nesil sonra muza elini uzatan yeni nesil maymunları , bizzat bu maymunların dövdüklerini, ama dövenlerin neden dövdüklerini bilmedikleri bir maymun sürüsü oluşturduğunu saptamışlardır.
Peki ya insanlarda..
Tarih bilinci ve tarihteki olayları iyice anlamamış veya bilmeyen, ya da okullarında okutulmayan toplumlarda durum nedir?
1924 yılında, devrin okumuşları bir anayasa yaparlar.
Batılılaşma sürecinde, batıda her yerde varsa bu ülkede de olmalıdır.
O ülkelerin anayasalarına bakılarak, bir anayasa hazırlanır.
Birde tek parti yerine ikinci parti olsun denir ama...
Aman Allahım bir anda ne kadar suskun cahil varsa oraya yığılır daha doğmaya başlayan çocuk boğulmaya kalkılır. Hemen devrin tek söz sahibi durun der ve dağıtır. Erteleyelim, millet anlamıyor vurgusuyla ileriye ötelenir. Öoklu sisteme geçilir. Ama dünya değişmiş, koca bir silindir 2 dünya savaşı tüm dünyanın üstünden geçmiştir. toplumların ezberleri olguları, alfabelerş kavramları yaşayış biçimleri değişmiştir. Bunun sonucu yeni batuı yeni anayasalar yapmıştır. Bazıları zaten oturmuş toplumsal düzeni nedeniyle bu nu anayasa diye sadece kaleme almıştır, bazıları uyalım diye yenisini yazmışlardır. , bazı yeni türeme devletlerde anayasa diye 1923teki yapılanı yapmıştır.
Tüm dünya değişirken bu bizim ülkeye ise sadece rafa kalkmış olan muhalefet partisi de olsun diye yansıyabilmiştir. Buna "TC entellektüelizmi"nin büyük başarısı adını takmama izin verin .25 yılda 1923-1948 arasında yani bir nesilde alınan yol.. Sıkıntılar büyüyünce ufak tefek revizyonlar yapılmıştır.
1960 darbesi.. Yeni anayasa yapılacak! Yap! emir komutası ile anayasa yapılmış, tamamen tıpkı önceki gibi elbise biçme tipi terzi anayasası.. ama paragraflarıda bir ayrı tartışılır konu. Daha ilk seçimden sonra tutmamış, dikişler atmaya başlamıştır. Demirel vazgeçilmez baş aktör ve yardımcı en iyi aktör Ecevit.. Film gibi bir ülke yönetimi süreçleri. Dünyadaki gerçeklerden kopuk, yarınlardan habersiz bir yaşam içinde anayasa değişmeli teraneleriyle geçen kayıp yıllar. Sorunların temeline inme yerine yamalarla elbiseyi tutturmaluş bir anayasa. Sonunda cumbava seçiminde ülkeniz güzide homoseksüel (o dönemde) sanatçısı Bülent'in bile aday gösterildiği meclis oturumları. ve sokaklarda birbirini nasıl dövdüğüyle, öldürdüğüyle hala övünen bir gençlik.
1980 darbesi..
Anayasa yapılacak! Yap! emir komutasıyla bir anayasa.
Tek özelliği, artık bebelerimiz apolitize.. ve birbirini dövmüyor, "savaşma, seviş!" doktrininde.. Diğeri ise cumbaba seçiminde Bülent'e oy veren gününü görür!!! Diğer ana içerikte sadece bürokrasinin ağır çalışan ama hızlı yozlaştıran mekanizmaları. En çok eleştirileni de YÖK'tür.Aslında patlayan elbise sadece ayakkabıcıların kullandığı kındapla tutturulmuş, yamaların sayısı artmıştır. Kolay kopmasın diye.. Dünya gerçeklerinden uzak, yarınlardan habersiz ufuksuz bir anayasadır aslında..Tıpkı ötekiler gibi.
Daha ilk başbakan ve hükümet derki, bu anayasa işlevsiz.
Çıkar tv'ye anlatır, adı Özaldır bu kısa adamın. Sonra "cumbaba" o olur ve partisi ve muhalifi uzman adam Demrel verir veriştirir. O karanlık odaklar der , anayasa der. şöyle olsun der.. Sonrası mevtadır.. Demirel hiç cumbaba olmamıştır ve fırsat bu, cumbaba ılur. O başlar anayasa demeye.. Olmuyor der. kimse kaale almaz. Ezeli ekürisi Ecevit başbakandır Tam ona sıra gelince, Sezer'i yapar cumbaba.. O da kalkar anayasayı suratına fırlatır. bu arada, ülkede birileri doğuda yeni otonom devlet falan kurmaya kalkmıştır , o derdest edilir ama adamları işi büyütmüştür. her yıl 100 milyar dolar gider. Ölenlerin sayısını bilen yoktur. 65-80 arası 5 bin olan rakam bu kez 30-40 binlerle söylenir. Fırlatılan ana yasa mı? Onun bir haftadaki maliyeti, hazineden 450 milyar doların uçması olarak millete bayram şekeri" olarak dağıtılır.
Bugün gene anayasa yaptık. Bu defa seçilmiş bir cumbaba emriyle.
Başbakan evet dedi ve çıktı bir anayasa . Halk oylayacak,
Kendi seçtiği bir cumbabanın ve iktidarın hazırladığı, hem meclis oturumlarında,
hem de komisyonlarda da muhalefetin görüşlerini kürsüyü bile sökerek gösterdiği, biri birinin kaval kemiğinden bacağını ısırdığı bir sonuç anayasası.
İLK ANAYASININ İLK DÖRT MADDESİ HİÇ DEĞİŞMEMİŞTİR.
O HALDE BU 4 MADDEDİR ANAYASA!
Ama hala birileri bunu anlayamıyorsa..
Bu anayasanın milletçe reddedilmesi, bu ilk 4 maddenin de reddi demektir. Bunu redderseniz, siz cumhuriyeti ve "TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ"nizi, " AYYILDIZLI BAYRAĞINIZI", idari şekli "cumhuriyeti" ve başkenti "ANKARA"yı reddersiniz.
DEVLETİNİZİ REDDERSİNİZ Kİ, BU TOPRAKLARIN GERÇEK SAHİPLERİ (kimlerse artık) GELİR VE ELİNİZDEN ALIR. Kiracı olursunuz, ev sahibi olduğunuz evinizin, evden kovuluncaya kadar üstelik..
1923 anayasasını saymayalım.
Diğerlerini ele alırsak: 1960 ilk kuşak, 1980 2. kuşak ve 1998 kasanın soyulduğu dönem 3. kuşak dersek... şimdi 4. kuşak lisede olduğuna göre, yukarıdaki deneyin sonucunu takdir edersiniz herhalde.
sonunda kölelik olduğu da gerçek olduğuna göre,
"Kölelik genetik"tir.
Kavuşan,2017, 30 OCAK, PAZARTESİ 13:30
GERİ DÖN
BU TÜRKMENLERDE NE GEZİYOR ORADA?
Bu Rus'un öldürdüğü Türkmenler orada ne zamandan beri var? Hiç sordunuz mu kendinize, üstelik
tarih derslerinde de ezberlettiler.
Süleyman Şah türbesi,
Caber kalesi neden oradaydı? Kim bu Süleyman Şah? Hani türbeyi taşıttın
diye de bir ton söylenmiştik. Unuttunuz mu?
9. yüzyıldan beri müslüman olan Türkler grupla halinde o dönemin en büyük şehri (şimdinin NEW YORK'u)
BAĞDATA GELMEYE BAŞLADILAR ve oradan da Anadoluya geçmeye başladılar. 1071 de geldik diye aptal tarihini
okuturlarsa elbette bu adamların ne işi var dersiniz?
Sadece Bayır-Bucaktakiler mi? Hama'da, Humus'ta Halep'te ve o zamanın (WASHINGTON D.Csi) olan
ŞAM'daki
Türkler? Oraya Türkler YAVUZ Ridaniye savaşından sonra mı gitti sanıyordunuz? Memlüklerin ,Türkmenler
olduğunu hiç bilmiyor muydunuz? O zaman işte öğrendiniz.
Hiç okumadınız sizler
KUT'ÜL AMMARE SAVAŞI'nı,
KANAL HAREKATI'nı ve sonrasını? Peki
okuduğunuz o dandik
tarih kitabında Atatürk'ün Şam'da Lawrence'in kaldığı otelde de kaldığını bilmezsiniz? Okutmadılar ki
tarih kitaplarında bunları sizlere.
Gaziantep kalesi ile
Halep kalesinin ve Suriye'deki tüm önemli yapıların büyük kısmının dedelerinizin
yaptırdığını bile bilmezsiniz? Fransızların
MARAŞ'a geldikleri gibi gittiklerini, Şahin Bey'in mezarının
nerde olduğunu da bilmezsiniz?
Türkmen dağı adının 1000 yıllık bir ad olduğunu ve o köylülerin 1000 evet bin koca yıldır o topraklarda
yaşadığını ve
HATAY'ın nasıl Türkiye'ye katıldığını
SÖKMENOĞLU'nun dedesinin bundaki katkılarını da bilmezsiniz.
Çünkü yazmıyor kitaplarda. sadece ders kitabı okuyup okuma öğrenmişsiniz.
1957de değişen dünyadaki tezgahlar sonucunda kendi başbakanımızı, hatta neredeyse kalkıp Atatürkün ekibinden Aydın yöresi milis komutanı, isviçrede okumuş ekonomi uzmanı 3. cumhurbaşkanı Celal BAYAR'ı bile asmaya kalktığınızı yazmıyor sizin okuduğunuz tarih kitapları.
Irakta ve Suriye'de 1921-1957-59 arasında Fransız ve İngilizlerin aslında oradaki insanların bile
haberlerinin olmadığı iki devlet kurduklarını ama bilirsiniz. Bayraklarını da bir Avrupalının masada çizdiğini,
adamların bayrak bile seçmediklerini de yazmadılar.
Osmanlının son padişahının İngiliz gemisiyle kaçtığını bilirseniz ama bu adamın halifeliğinin sadece
TC sınırlarında kalktığını bilmezsiniz. Hele MEZARININ ise ŞAM'da
OSMANLI CAMİSİ'nin (Süleymaniye'nin küçük
bir kopyasıdır) bahçesinde olduğunu bilmezsiniz. Çünkü tarih hocalarının nasıl yetiştirildikleri de malum?
Ne bir bilgi standardına göre objektifliği öğreterek, ne de araştırıcı ruhlu mu? diye sorgulayarak mı seçtiniz?
Aman benim kız öğretmen okulunu bitirdi, atansın diye köşe bucak torpillerle yerleştirdiniz bir okula, tıpkı
diğer mühendislerimiz gibi. Memurdu salladı başını aldı maaşını!
1963'te
BAAS adında iki komunist partinin
ABD-İNGİLİZ-RUSYA tezgahı sonucu kurulduğunu ve bunların
2. kuşaklarının
BEŞAR ESAD ve
SADDAM olduklarından da haberiniz yoktur ve her ikisi de diktatör olarak
tek yumrukla o ülkeleri idare ettiklerini 1992'deAtlantik okyanusunun ötesinden gelen Amerikalılar işgal
edince anladınız.
Ama hala kitaplarda
okutulmuyor, üstünde 30 yıl geçti nerdeyse, yani bir kuşak büyüttük.
Irakta ise 1963te, ATATÜRK'ün aldığı petrol başına vergi verirken bu parayı vermiyorum dedi,
bu hakkınızda alındı. Ayrıca istemekten de korktunuz, arkasında
Rusya-Amerika var diye!
Yöneticiler halkına güvenemiyordu ki, ya gene bir ihtilal tezgahlanırsa diye.
Suriye ise HATAY'ın (7 Temmuz.1939) Türkiye'ye katılma kararını tanımadığını ilan etmiştir ve
Hatay'ı okullarında kendi topraklarında gösteren haritalarda tarih ve coğrafya okutmaktaydı ve
ESAD HALA AYNI ŞEYİ SAVUNMAKTADIR.
Standart oil companyden de haberiniz yoktur. 1915'te buralara kadar uzandığını ancak ülkenize
1945-1960'lı yılların sonunda otomobiller ithal edilmeye başlayınca anladı, şimdiki dedeler.
1980 de dünya yeni enerji sistemlerine evrilirken sizin haberiniz yoktu ama çocuklarımız ingilizce
öğrensinler diye tonlarca parayı kolejlere verdiniz ve hala veriyorsunuz. Ama onlar bu ingilizceleri
ile ne yapıyorlar? Tarihten ve teknolojiden haberleri var mı?
Yeni evrilen bir enerji kaynağının (DOĞALGAZ) yeni kutuplaşmalar doğuracağı ve bu yeni kutuplaşmaların
dünyada
POST-MODERN SAVAŞLARI ortaya koyacağını taa elin gavuru 1940'larda yazarken ve
buna göre siyaset üretirken; siz ne yapıyordunuz? Sorguladınız mı? Önünüze geleni yaftaladınız,
sosyalist-moskofçu diye, ya da pis amerikancı faşist diye dövdünüz öldürdünüz.
Ne bilgiyi kullandınız, ne de tarihten ve okulda okutulandan ders çıkarmayı!
Kalkıp
"EMPATİ" yapıp o günleri bugünlere bile taşımadınız
VE ANLAMAYA ÇALIŞMADINIZ.
İşte elalemden de yani elin gavuru var ya, evet ondan işte... Farkımız bu!!
Sonuçta bizim kapımıza dayandı birisi ve
YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM seç demeye başladı!
TIPKI, her bayram gidip sözde anısına methiyeler yazdığınız, işin acısı ise sözde ATATÜRKÇÜYÜM diye bir sınıf yaratıp nemalanmaya ve bunu birde kurumsallaştırmaya kalktınız.
BU ÜLKEDE HERKES ATATÜRKÇÜ !
ÇÜNKÜ ONUN SAYESİNDE HERKES VAR OLDUĞUNU BİLİYOR, HATTA ONA SÖVEREK MEDYATİK OLUP NEMALANMAYA KALKAN DİNCİ GEÇİNEN VE HERŞEYDEN NEMALANMAYI ADET HALİNE GETİRMİŞ OLAN YOBAZLAR BİLE!
İŞTE HALİMİZ BUDUR.
HALİN (M)İZİ BİLİRSENİZ(K), ÇÖZÜMÜ ÜRETİRSİNİZ, ÜRETİRİZ ve ÜRETECEGİZ.
KAVUŞAN·26 KASIM 2015 PERŞEMBE
GERİ DÖN
DARBENİN RUHU NE? NEDEN DARBE OLMALIYDI
15 Temmuza bir bakış
1960 DARBESİ ÖNCESİ:
Hatırlayalım, 1957-1960 arasındaki olaylarını. Irak ve Suriye'yi Fransızlar terk ediyordu. Suriye ile Mısırı birleştirip
"
Birleşik Arap Cumhuriyeti" kurulmaya çalışılıyordu. Nato, bu konuda Rusya ve diğerleriyle anlaşmıştı.
Kıbrıs'ta İngilizler yönetimi rumlara bırakmak istiyordu. Ama Türkler adada sorundu.
Irakta osmanlı soyundan Türk olan Kral Faruk her konuda Türkiye ile ortak hareket ediyordu ve önemli engeldi
batı için. Türkiye'de darbeye girişildi, 1. gün sol Madanoğlu grubunun darbesi olarak başlamıştı, Nato(=ABD)
hemen yetiştirdiği albayları devreye soktu ve darbe 3-4 günde batıya ve Natoya bağlı darbe oldu.
1961, 1963 yıllarında yapılan darbeler ile hem Irak'ta, hem de Suriye'de sonunda
BAAS komünist
partilerinin kurulmasıyla
sonuçlanan ve sonunda
ESAD, SADDAM olarak batının, Rusya'nın uşaklar dönemi başladı.
1960 DARBE SONRASI
Kıbrısta, Rumlar Makarios yönetiminde adayı ele geçirdi. Suriye, Irakta Osmanlı'dan ve Lozan'dan gelen
tüm haklarımızı savunacak kimse olmadı. Herkes içerde kendi çıkarı için mücadeleye başladı.
HER TÜRLÜ ÇIKARIMIZ ZAİL OLDU. Artık politika masasında Türkiye yoktu. Batıda doğuda mutluydu..
MENDERES, POLATKAN, ZORLU ASILDI, Kurtuluş savaşının milis komutanı
Celal BAYAR derdest edildi.
Rusya'nın Küba'daki
"ACHILLEUS'UN TOPUĞU"ndan vurarak ABD'yi dize getirmesine karşı ABD'nin
"DOMUZLAR KÖRFEZİ" harekatıda
başarısız olmuş ve dünya neredeyse nükleer 3.Dünya Savaşınında eşiğinden dönünce
ÜST AKIL Ortadoğu kumarında ileriye gitmemei yeğelemişti.
ABD ve RUSYA, Türkiye'de
kendi adamlarını politik sahneye sürmeye başladılar. Adlarını anmak istemiyorum.
Türkiye,
ORTA DOĞU ve KIBRIS PAZARLIK ve AKTÖRLER MASASIndan ATILMIŞTI.
15 TEMMUZ SONRASI
Son Nato tıoplantısı, Avrupanın durumu, Ukrayna ve BOP ile Suriye, Irak ve güneyde kurulmak istenen Kürdistan
devleti konusunda bu kez
TÜRKİYE MASADAN ATILAMADI.
PARİSTE ÜST ÜSTE PATLAYAN BOMBALAR İLE FRANSA ORTA DOĞUNUN PAYLAŞIM MASASINDAN ATILDI..
İşte 15 Temmuz darbesinin ruhu ve darbenin mantığı bu idi.
Kavuşan,2016 17 TEMMUZ PAZAR
GERİ DÖN
İHTİLALLER VE ANALİZLERİ-27 MAYIS İHTİLALİ
Siyasi büyük olayları hemen anında anlamak hiç mümkün değildir, istediğiniz kadar planlamanız mükemmel
olsa da pratik hiçbir zaman bunun gerçekleştiğini göstermez. Akışa yani toplumsal aşama attığınız tokat,
bir süre sonra yatağı değiştirilmiş derenin yaptığı gibi gene eski yatağına döner.
Siyasette atılan ani tokatlara bizim ülkemizde verilen ad: "ihtilal"dir, ama hepsine bakarsanız
"ülkenin içine düştüğü güç koşullardan selametle kurtarılması, Atatürk ilke ve inkilaplarının
tekrar teessüsü" gibi kurmaca uydurma cümlelerle palavrasıdır.
İhtilallerin amaç ve sonuçları ise yıllar sonra gelişmelere baktığınızda tıpkı o derenin yeniden
yatağına oturmasında geçen zamanın, zamandaki olayların analizinden anlaşılır, tıpkı bazı hastalıkların
zamanla irrite olmasıyla bozulan metabolizmada hangi organın iflas ettiğini anlamak gibi.
Gelelim ana konuya: Bizdeki ihtilaller neyi amaçladılar, sonuçta ortaya neler çıktı diyerek ana
hatlarına girelim.
1960 ihtilali, içerideki aydın ve aydın geçinen askerlere, genellikle paşa olmak isteyen albaylara
pompalanan, devletin bir "master planı" olur, ona göre yatırımlar yapılır, üretim artar, dünya
pazarlarında yer böylece yer kapılır gibi bir şablon kafalarına kazındı. Nitekim ihtilalden sonra
ilk kurulan kurumlardan birisidir, DPT yani Devlet Planlama Teşkilatı. Hemen görsel başarı olsun
diyerek alelacele hala dillerde pelesenk olan DEVRİM otomobilidir. Benzin koymayı unutmasalardı gerçekten
ikinci fasıl ana tiyatroyu ve sahnelenen eserin tümünü de izleyebilecektik, ne yazık ki kısmet olmadı.
Devletin memurlarının disipline edilmesi gerekiyordu, yarısından fazlası başıbozuk topluluğuydu, hemen
personel politikası oluşturulmalıydı diyerek birçok kişi işten atıldı ve Devlet Personel Dairesi kuruldu.
Artık işe adam alınacak, adama iş bulunmayacaktı, proje iyi olsa da gerçekleşme oranı hakkında rakamsal
veri olmasa da ortadaki durumu herkes biliyor.
Anayasa Mahkemesi anayasayı korumak için kuruldu, ama ne kadar koruduğunu her 10 yılda yapılan
ihtilaller nedeniyle, yıllarca hala göremedik. "Savcılar-hakimler
Kurulu" kuruldu. Enerji bakanlığı, köy işleri bakanlıkları da kurulanlar arasında idi.
ABD'de Amerika'ya karşı oluşan nefreti azaltmak için,
BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ 1962'de kurulmuştur ve Türkiye'de açık faaliyetleri
de olmamıştır. Resmi kayıtlar öyle diyor ama bilinen gerçek şu ki, Amerikan koleji denilen okullarda
öğretmen olarak Türkiye'de 1460 Barış Gönüllüsü görev almış,1971 yılında da faaliyetlerinin sone
erdiği beyan edilmektedir. (Özbalkan, Müslim, Gizli belgelerle barış gönüllüleri;1970, Ant yayınları).
Ama asıl konu olan Kıbrıs adası, Suriye ve Irak'ta yönetimlerin değişmesi yönündeki "
DÜNYA COĞRAFYASI
VE SİYASETİNİ DİZAYN EDEN ÜST AKLIN" İRADESİ, Doğu Akdeniz Kıbrıs, 12 adalar ve Ege denizinin yeniden
hükümranlık alanlarının el değiştirmesidir. Irak'ta anlaşma gereğince Türkiye'nin atadığı ve onayladığı
kişi Irak devlet başkanı yani kral olmaktaydı. Kral Faruk, Ankara'nın dediğinden dışarıda çıkmıyordu,
dahası Musul-Kerkük petrolleri konusunda da Türkiye'nin çekinceleri ve hakları vardı, Bunların
ortadan kalkması, Kral Faruk'un öldürülmesiyle ancak olabilirdi. Kral Faruk ortadan kalksa bile,
birde Kıbrıs sorununu yaratan Türk politikacıları vardı ve batıya göre asıl yılanın başı Ankara'da idi.
Suriye'de sorunlar biraz daha karmaşıktı ve İngiliz ile Fransız burada anlaşmıyor ve Fransızlar
kendilerini İngilizlerin kazıkladıklarını hissediyorlardı. Bırakıp gitseler bunu da Fransız olmanın
ve Napolyon ruhunun gururuna yediremiyorlardı. Suriye halkı üzerinde Türkiye'nin çok büyük etkisi
vardı, zaman zaman Fransızlara karşı ayaklanmalar oluyor, Fransız askerlerine ve garnizonlarına gece
saldırılar oluyordu. Hatta ayaklanan Halep halkı, Halep kalesine Türk bayrağı bile çekmişlerdi.
Bu olaylar Fransız kamuoyunu rahatsız ediyor ve sık sık politikacılar buradaki varlıkları nedeniyle
de suçlanıyorlardı. Çünkü İngiltere ve Fransa arasında bu bölgede 1. Dünya savaşından sonra elde
edilen haklarının maliyetlerinin istenen düzeyde olmaması ve üleşilememesidir. Fransa yanında
ayrıca yeni güç olan SSCB yani şimdiki Rusya'nın komünizm devrimi ile bölgede giderek etkinlik
kazanması ve Araplar tarafından da sempati ile karşılanmasıdır. BU konuda en büyük engel
Türkiye'nin kendisi ve siyasetçileridir, by-pass edilmeleri ve devre dışı bırakılmaları gereklidir.
Plan hazırlanmış ve uygulamaya geçilmiştir.
Başarılı olunmuştur,
Menderes, Zorlu, Polatkan asılmış, don davası, köpek davası, bebek davası ve diğer traji-komik davalar vs vs..
Ege ve Doğu Akdeniz'de Kıbrıs, 12 adalar yanında diğer adalarında fiilen "de-facto" olarak Yunanistan'ın kullanımına
sunulmuştur.
1963'te Türkiye Kıbrıs'taki EOKA'nın zulümlerinden ve ada Türklerinin
katledilmelerinde rahatsızlığını belirtince, Menderes'i idam ettikleri urganın parası bile
ailesinden istenerek, Türk siyasetinin o dönemdeki politikacılarına mesaj verilmiştir. Mesajı
iyi okuyan yerli politikacılarımız, içeride klasik " cambaza bak" oyununu sergilemiş, konuyu
"hasır altına süpürmek" zorunda kalmıştır.
İngiltere'nin 1. Dünya savaşı sonrası, petrolü hemen
hemen hiç olmayan ve Akabe körfezinden başlayıp Diyarbakır-Lice kasabasına kadar uzanan jeolojik
olarak büyük bir fay hattı kuşağı nedeniyle petrol olması mümkün olmayan Suriye'yi, Fransızlara
kazıklayarak vermiştir. Fransızlar hemen üstüne atlasın diyerek bugün adı Kobani olan aslı
"company" kelimesinden kürtçeleştirilmiş minnacık bir kuyuyu da, Fransızları kandırmak için
kullanmıştır.
Şeytan akıllı Churchill, bak burada petrol var diyerek Fransa'yı bir güzel
kandırmıştı. Fransız petrol şirketi Agip 1930'lardan 1955'lere kadar çalışmış zırnık petrol
bulamayınca, İngilize kızan Fransız, Ruslara Suriye'yi peşkeş çekmiştir. Bir sürü entrikalar
sonunda Hafız Esed idareye el koymuş ve Ruslara da önce Bekaa vadisinde Türk komünistlerini
eğitip, Türkiye'deki terörün temeli atılsın diyerek askeri eğitim üssü, daha sonrada birkaç
Mig savaş uçağı içinde Türkiye'nin burnunun dibindeki Lazkiye deniz üssünü vermiştir.
Sonuç olarak baktığımızda; 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan ihtilal veya okyanus ötesi-batı Avrupa
ve eski SSCB şimdiki Rusya'nın attıkları tokattır. Osmanlı'dan miras kalan Malta adasından doğuya
doğru tüm Doğu Akdeniz, Kıbrıs, kısmen Mısır ile karada da Irak başta olmak üzere, Suriye,
Lübnan, Filistin, Basra körfezine kadar olan alandaki hükümranlık ve sosyal egemenlik haklarımızı
kaybettik.
Bu yazı YAZAR GAZETESİ'nde yayınlanmıştır.
Kavuşan,2022, 27 TEMMUZ
GERİ DÖN
İHTİLALLER VE ANALİZLERİ-Talat Aydemir - Fethi Gürcan ayaklanması
27 mayıs darbesi sonrası, ülkede aslında bir kaos vardır. Türkiye, tıpkı Suriye, Irak gibi bir ihtilaller
ve ihtilal girişimleri sürecine girmiştir. Bunun nedenleri değişiktir. Fazla detaylara girmeden devam edelim.
15 Ekim 19611 tarihinde yapılan ilk genel seçimde Demokrat Partinin (DP) devamı olan Adalet Partisi (AP)
%34,8 (156 sandalye) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) %13,7 (64 sandalye), oy alırken, Cumhuriyet
Halk Partisi (CHP) %36,3 , Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi2 (CKMP) %14 oy almış olmasına rağmen,
hükümeti kurma görevi İsmet İnönü'ye yani CHP'ye verilmiştir. Bu tercihte ise 27 Mayıs darbesi
sonrası kurulan 150 sandalyeli Cumhuriyet senatosu etkin olmuştur. Aslında durum orada da farklıdır,
şöyle ki AP 71, YTP'nin 27 ve CHP'nin ise 36 sandalyesi vardır. Bu seçim askerleri rahatsız etmiş,
nitekim Talat Aydemir 21 Şubat 1962 akşamında darbe yapmaya teşebbüs etmiştir. Darbesinin amacı,
AP ve YTP'nin tasfiyesi, 27 Mayıs'ın MBK komitesi üyeleri askerlerin idareyi ele alması gibi bir
mantıktır.
İnönü ve cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bu ayaklanmayı bastırırlar.
Aydemir ve arkadaşları idam edilmez ama emekliye sevk edilir.
Kıbrıs konusuna bir saplama yapalım bu noktada.
27 mayıs öncesine kadar adadaki Rumların İngiliz üslerine sürekli saldırıları, aynı zamanda da ara sıra Türk köylerine de saldırıları sürüyordu. İngilizlerin
adayı terk etmeleri ve adanın sadece rum ve Türklerin adası olarak kalmasını isteyen Rumlara karşı,
direnen İngilizlerdi. Ama en sonunda aslında sorunun kendileri değil, adadaki Türkler ile rumların
anlaşamayarak birbirlerinin köylerini bastıkları iddialar ile kendilerince çözüm ürettiler:
15 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs'ın Rum ve Türklerden oluşan bir topluluk olduğu, İngilizlerin
bu çatışmalarda sanki yatıştırıcı ve hakem rolü oynuyormuş gibi bildiri ile Kıbrıs'ın bağımsızlığını
tanıdığını ilan etti. Böylece kendileri aradan çekilerek, Enosisçi Rumlar ile köylerini
savunan Türkler karşılıklı hası diyerek dünya kamuoyuna lanse edildi ve durum halen bu şekilde bilinir.
Halbuki, Abdülhamit-II tarafından 1877 tarihinde Ayestefanos anlaşması esnasındaki entrikalar nedeniyle
ada kiralanmıştı. Ev sahibi Türkiye'nin ada üzerindeki hakkı sadece Türk AZINLIK için GARANTÖRLÜK idi.
1963'yılında Türkler Kıbrıs'ta kurulmuş olan nüfusa bağlı hükümetten çekildiler ada tümüyle rum
yönetimine terk edildi.
ismet İnönü hükümeti, daha fazla azınlık hükümeti olarak dayanamadı, istifa etti. 26. İnönü hükümeti,
CHP-AP koalisyonu olarak 20 Kasım 1961 - 25 Haziran 1962 kuruldu. 27. Hükümet gene İnönü başbakan olarak
25 Haziran 1962 - 25 Aralık 1963 tarihleri arasında görev yaptı. 25 Aralık 1963 - 20 Şubat 1965
tarihleri arasında 28.İnönü başbakanlığında hükümet görev yaptı.
Kanlı Noel, 20 Aralık 1963'ü 21 Aralık'a bağlayan gece Kıbrıslı Rumların Türk köylerini basıp 364
Türkü öldürmeleri ile olmuştur. Türkiye daha sonra askeri müdahale kararı almıştır.
20-21 Mayıs 1963 günü Talat Aydemir ve arkadaşları 2. Kez ihtilal girişiminde bulunmuşlardır.
Bir gün sonra ise ihtilal girişimi Ali Elverdi tarafından bastırılmış, tutuklanan Aydemir mahkemeye
çıkartılmış ve bu kez affedilmeyerek idam cezasına çarptırılmıştır daha sonrada infaz edilmiştir.
Kanlı Noel ve sonrasında yaşanan Kıbrıs Türklerinin soykırıma uğramaları ve sürekli olarak
köylerinin basılıp öldürülmeleri üzerine, 2 Haziran 1964 tarihinde Türkiye hükümeti Kıbrıs'a
çıkarma yapma kararını açıkladı ve gerekli hazırlıklara başlamıştır. Ancak ABD Başkanı
Lyndon B. Johnson tarafından İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde, Türkiye'nin Kıbrıs'a
müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış olan ve tarihe
JOHNSON MEKTUBU olarak geçen mektup gelmiştir.
21 Haziranda İsmet İnönü, ABD'ye giderek Johnson ile görüşmüştür. Mektupta, Türkiye'nin Kıbıs'a
müdahalesi halinde iki NATO üyesi ülke savaşacak ve bunun Sovyetler Birliği'nin de Türkiye'ye
müdahale ihtimalini doğuracağı, NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz
olacağı ima edilmiştir. ABD'nin Türkiye'ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına
izin verilmeyeceği de belirtilmiştir. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçmiştir.
İnönü'nün "
yeni bir dünya kurulur ve Türkiye'de bu dünyada yerini alır" sözü Türkiye'nin çok
uzun vadeli stratejik dönüşümünü de ifade ettiğinden, hala kullanılan bir cümle olarak Türk siyasi tarihinde
yeni açılımlara ışık tutar.
Bu arada Kıbrıs'ta ciddi bir takım Türk köylerine yönelik katliam gibi olaylar yanında, Suriye ve
Irak'ta ciddi sorunlar oluyor, Ruslar Suriye'de bir küçük üs kurma hevesinde idiler. Petrol
kaynaklarına dokunmuyorlar ama Baas komünist partisi şeklinde her iki ülkede de çaba sarf
ediyorlardı. Türkiye'nin var olan gücü artık ortadan kalkmıştı. 1965 yılına gelindiğinde Suriye'de
ve Irak'ta Baas komünist partileri artık iktidarı ellerine geçirmiş vr tüm muhaliflerini temizlemeye
başlamış, Kürtler ile Türkmenlerin ellerindeki mallarına el koyarak onları vatandaşlıktan çıkararak
tasfiye etmeye başlamıştı. Aynı politikayı Irak'ta iktidarı ele geçiren Saddam Hüseyin'de uygulamıştır.
Hafız Esad, Suriye'de Lazkiye kıyısında Rusya'ya deniz ikmal üssü kurmaya izin vermiş, ayrıca Bekaa
vadisinde de sol görüşlü Türkiye ve Ortadoğulu gençlerin askeri eğitim ve gerilla eğitim almalarına
da izin vermişti. Ancak ilginç olan husus ise Suriye'de petrol yatakları konusunda Ruslar hiçbir
talepte bulunmamış ve tüm petrol işleri Fransızlar tarafından, Irak'ta ise İngilizler tarafından
yürütülmüştür, Irakta zaten Rusların herhangi bir talepleri de olmamıştır.
Sonuç;
Kore'de Amerikalı askerlerle birlikte komünist Korelilere karşı savaşmış Talat Aydemir
ve arkadaşı Fethi Gürcan ikilsinin, harp okulu öğrencilerini kullanarak yapmaya kalktıkları
darbe girişimi, aslında hep azınlıkta kalan İsmet İnönü hükümetlerine karşı gibi gözükür.
Ama temelde sadece ihtilal yapmayı kendine şiar edinmiş alt subaylar grubunun, özellikle sosyalist
bir Türkiye kurmak için ihtilal yapma safsatadır. Siyaseti etkisiz hale getirmekten ve Türkiye'nin
hızla değişen Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasındaki haklarını savunamaz hale getirmekten öteye
gitmemiştir. Mahkemede de gerçek temel karanlık dış odaklarla ilişkileri ortaya çıkartılmamış
ve hatta belki çıkabilir vehmiyle idam edilerek, ebediyete kadar karanlık dış güçler yüzünün
aydınlatılma olasılığı da ortadan kaldırılmıştır.
ABD, NATO ve BATI egemen güçleri istedikleri şekilde Türkiye içini de, aynı zamanda Türkiye komşularının bulunduğu coğrafyayı amaçlarına
uygun olarak düzenlemişlerdir.
Kavuşan,2022, 24 TEMMUZ
GERİ DÖN
KİRACI YUNANIN DERDİ NE?
Yunanistan'ın tarihi ilginçtir.
Aslında yunan diye bir millette yoktur, batının sistematik bir çalışması sonucu ortaya YUNAN adı verilmiş
bir insan topluluğu çıkmıştır.
Ortak kültürlerine bakarsanız, Osmanlı yani Türk kültürüdür.
Yedikleri yemekler, cami yerine onları kiliseye gitmeleri ve papaza olan sadakatları, onun
sözünden fazla çıkmayarak yaşamalarını organize etmeleri, bazı konularda onların düşüncelerine
saygı duymaları gibi yaşam tarzlarının da farklı olmadığını görürsünüz.
Şimdi diyeceksiniz ki, bu nasıl oldu da yeni
Yunanistan doğurtuldu.
Süveyş kanalının yapılmasından önce Doğu Akdeniz'deki gemive deniz< ticaret yollarının güvenliğinin öncelikle
sağlanması için Osmanlı hakimiyetindeki Girit ve Kıbrıs adlarından önce İtalya'nın hemen
yanındaki Mora yarımadasının alınması gerekiyordu. İşte bu amaç için.
Ruslar, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ortodoks tebaayı himaye etmek hakkını elde edince
Çariçe Katerina'nın "Grek projesi=Etniki Eterya", Slavlar, Rumların Osmanlıdan kurtarılarak,
Bizans'ı diriltilipKaterina'nın oğlu Konstantin'in yönetimine verilmesiydi. Rusya'nın Odessa
şehrinde kurulan
ETNİKİ ETERYA cemiyeti, para toplayarak, Rusya ve İngilizlerden silah alarak üye
sayısını 200 binden fazlaya çıkardı. -Ortodoks dünyasında köklenen Etniki Eterya, din kaynaklı değil,
"ırkçılık" ağırlıklıdır, nitekim, Teselya ve Mora yarımadasında yaşayan Ortodokslara yeni bir
YUNAN
(ION) adıyla kimlik kazandırıldı ve
BİZANS imparatorluğu hayali pompalandı.
Zaten
BİZANS kelimesi de bu yüzyılda tarihçiler ortaya çıkarttı.
Silahlandırılan bu insanlar, Rus ve İngiliz stratejistler tarafından MORA İSYANI'nı
başlattıklarında yıl 1820 idi. İngilizlerle bu konuda anlaşan Ruslar, İngiltere ile birlikte
Doğu Akdeniz'in hakimiyetinde de söz sahibi olabileceklerdi.
Abdülhamit-II'nin katlinden sonra başlayan Balkan harbini kaybeden Osmanlı, Ruslarla yapılan
1913 Londra anlaşması ile Girit ve Teselya ovasını oda terk etti. Terk edilen bu topraklar
Mora'da yaşayan Rumlara bahşedildi.
Mondros silahların bırakılması ile Adalar denizindeki adaları, İstanbul'u 5 yıl işgal etmiş olan
İngilizlere terk etti, onlarda Mora'daki Rumlara verildi. İngilizlerin silahlandırdığı Rumlar,
Rusların ve Papalığın bile desteklemesine güvenerek İzmir'e çıktılar, ilk kurşunu da Hasan
Tahsin'den yediler. Anadolu'nun fakir ve ayağında çarığı bile olmayan insanları hadlerini bildiri
ve çıktıkları yerden geri gittiler. Türkiye, İtalya-İngiltere başta olmak üzere Lozan'da Selanik,
Doğu Trakya'yı bıraktı, bırakılan bu topraklar İngiltere tarafından İtalyan'larında onayıyla gene
Rumlara verildi.
12 Adalar (Dodekanesa) ise, Mondros silah bırakışması (mütareke) ile son Osmanlı kabinesi tarafından İtalyan'lara
terk edildi, ama onlar Rumlara bu adaları vermediler. Ama daha sonra İngilizlere 2. Dünya savaşında
yenilince, Adaları İngilizlere verme yerine Türkiye'ye teklif ettiler. İnönü döneminde bu teklif
reddedilince, savaş sonunda İngilizler 12 Adaların Rumlara verilmesini istedi. İtalyanlarda mecburen
12 Adalar Rumlara verdiler.
Yunan tarihine baktığınızda, Osmanlı ve Türkiye'ye karşı savaşıp kazandığı 1 metre kare bile toprak
yoktur. Hepsi İngilizlerin ve Rusların kazandıkları savaşlar ve çevirdikleri stratejik politik
oyunlar ile Rumlara bağışlanmış topraklardır. Yani Mora dışında akmış damla kanları yoktur ve
toprakları için şehit bile vermemişler, başkalarının Osmanlıdan kopardıkları topraklar üzerinde
sadece
KİRACIDIRLAR.
Kavuşan,2022, 24 TEMMUZ
GERİ DÖN